belirtiyor.
Baharın gelmesiyle birlikte park ve bahçelerde bakım çalışmaları başlarken bu çalışmalarda, özellikle de yabani otlarla mücadelede bir pestisit türü olan herbisitler kullanılıyor.
Herbisitler, tarım ve bahçecilikte daha fazla besin, su ve güneş ışığı için ürünler ve mera bitkileriyle rekabet ederek tarım ve hayvancılıkta kayba yol açan ve bu nedenle de karı düşüren yabani otlarla mücadelede en çok başvurulan maddeler arasında bulunuyor.
Tarım dışında ise herbisitler; istilacı bitki türlerinden kurtulmak, kamusal alanların yönetiminde estetik amaçlar veya tehlikeli durumları ortadan kaldırmak ve özel bahçelerde istenmeyen otları yok etmek için uygulanıyor.
Herbisitlerin kullanımı sadece dünyada değil Türkiye'de de artıyor. Tarım ve Orman Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 2019 yılında 12 milyon 644 bin ton, 2020 yılında 13 milyon 250 bin ton ve 2021 yılında 13 milyon 319 bin 891 ton herbisit kullanıldı.
Türkiye'de 2021 yılında en çok herbisit 1 milyon 84 bin 533 kg-lt ile Konya'da kullanılırken, bu ili 884 bin 835 kg-lt ile Edirne ve 808 bin 094 kg-lt ile Aydın takip etti.
Dünyada 1970'lerden bugüne kadar en yaygın kullanılan herbisitlerin başında glifosat geliyor.
"Hiçbir pestisit çevre ve doğa için dost değildir"
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Özer Elibüyük, glifosatın dozu konusunda dikkatli olunmasını ve yabani otlarla mücadelede son çare olarak kullanılmasını önerdi.
"Her ilacın bir kullanım dozu ve kullanım sayısı var. Biz diyoruz ki 'Dekara dört yüz gram ve şu dönemde, ilkbaharda bir defa kullanın.' Çiftçi dönemi kaçırıyor, dozu fazla kullanıyor ve fazla miktarda kullanıyor. Bu da çevre kirliliği yaratıyor. Onun için uygun doz, uygun sayı ve uygun zaman eğer kullanmak durumundaysak tabii buna uygun uygulama materyalleriyle beraber."
Glifosatı uygulayan kişilerin kendi sağlıkları açısından mutlaka koruyucu ekipmanlar kullanmaları gerektiğinin de altını çizen Elibüyük "Bir defa koruyucu giysisi olacak, eldiveni olacak, maskesi olacak ama çoğu kez baktığımız zaman maalesef bu işi yapanlarda, uygulayıcılarda bunları görmüyoruz. Bunları görmediğimiz için de rahatsızlıklardan muzdarip olanlar da kullanıcılar oluyor."
Glifosatın, çok pahalı olmaması, uygulamasının kolay olması ve uygulandığı zaman da en fazla bir hafta içerisinde sonuç vermesi gibi nedenlerden dolayı yaygın olarak kullanıldığını anlatan Elibüyük, bu herbisit türünün toprakta 2, suda ise 3 ay kadar kalıcılık süresi olduğu bilgisini verdi. Glifosatın yeraltı sularına karışma olasılığıyla ilgili de konuşan Elibüyük; "Diğerleriyle kıyasladığımız zaman yer altı sularına karışma potansiyeli biraz düşük neden; çünkü yüksek derece toprak yapılarına bağlanma özelliği düşük, toprakta çok hareketli bir şey değil ancak yüzey sularıyla tabii karışabilir çünkü yüzeyde bir akışkanlık var. Bu şekilde ancak yeraltı sularına karışabilir." diye konuştu.,
Glifosat kullanmadan yabani otlarla nasıl mücadele edilebilir?
Elibüyük, "Eğer yabani otlarla mücadele etmezsek biz hastalık ve zararlılardan arta kalanı tüketiriz." diyerek bu otlarla mücadelenin önemini vurgularken evinin bahçesindeki yabani otları kimyasal kullanmadan kontrol altına almak isteyenlere de şu tavsiyelerde bulundu:
"Küçücük bir bahçeniz varsa en ilkel yöntem; elle sökün ancak bunda da zamanlama önemli. Tek yıllık, iki yıllık, çok yıllık yabancı otlarımız var. Bunlarla mücadelede en zor olan çok yıllık bitkiler çünkü bunların toprak altı yapıları toprağın derinlerine işliyor. Dolayısıyla bunlarla mücadele daha zor. O zaman bunlarla mücadele için ne yapalım? İlkbaharda çıktığı zaman hemen mücadeleye başlamak lazım. Bitkinin en sıkıntılı, en zayıf, en güçsüz olduğu durum yeni filizlendiği, yeni çıktığı zamandır; o zaman sökmeye başlayacağız. Elle sökebiliriz, kürekle sökebiliriz. Elle yolma en uygun yöntemdir, başarı da neye bağlı; elle yolmanın sıklığına bağlı. Sökeceksiniz ama çok yıllıkların toprakta çoğalma yapıları vardır tekrar sürecektir. Tekrar süreceksiniz, biçeceksiniz."
Yine küçük alanlarda yapılmasını önerdiği gibi geniş alanlarda, parklarda, bahçelerde de yabancı otlarla mücadelede, insan gücü kullanılarak, bu otları sökerek, biçerek ya da yolarak kimyasal kullanmadan bu sorunun çözülebileceğini dile getiren Elibüyük, "Ancak insan gücünün sıkıntılı olduğu durumlarda bu otlar istenmiyorsa herbisit kullanılmak zorunda kalınabilir" dedi.
"Ot yolma etkinlikleri" önerisi
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın da glifosat kullanmak yerine geniş alanlarda ot yolma etkinlikleri düzenleyerek hem insan sağlığına katkıda bulunarak hem de çevreyi kirletmeden yabani otlarla mücadele edilebileceğini söyledi.
Harzadın, şöyle devam etti:
"Parktaki yabani ottan korkmamamız gerekiyor, ille de yetkilileri bu otları yok etmek için uyarmak bana anlamsız geliyor. Ne yapabiliriz? Normal biçip geçebilirler ya da böyle ot yolma etkinlikleri biraz toprağa dokunmak, o da bizim mikrobiyomlarımız için, bağırsak bakterilerimiz için, bütün vücut bakterilerimiz için çok çok önemli. Biraz dokunmayı öğrenmemiz gerekiyor. Böyle etkinlikler yapılabilir, belki belediyelere de destek olunur, hem de sosyal bir aktivite olmuş olur. Orada bir ot var diye de belediyeden ille onu ilaçlamasını istememek gerekir."
"Ot ilaçları, kanserlerin en önemli nedenleri arasında gösteriliyor"
Glifosat'ın insan sağlığı üzerindeki etkileriyle ilgili de konuşan Harzadın "Bizim dış ortamla ara yüzümüz, bizim bağışıklık sistemimizin dengesini sağlayan bağırsak bariyeri sağlam olmak zorunda. Glifosat burayı komple bozuyor. Dolayısıyla bağışıklık sistemimizi zayıflatıyor, daha kolay hasta oluyoruz. Bağırsak bariyerini bozduktan sonra hem akut enfeksiyonlara, işte bu koronavirüs zamanındaki gibi dışarıdan mikrobik hastalıklara da açık hale geliyoruz. Onun dışında otoimmün hastalıklara da açık hale geliyoruz ve bugün ot ilaçları kanserlerin en önemli nedenleri arasında gösteriliyor." ifadelerini kullandı.
Glifosat'ın doğrudan DNA hasarına neden olduğunu belirten Harzadın, "Bizim genetik materyalimizin hasarlanmasına, dolayısıyla o hücrenin kontrolden çıkmasına neden oluyor. DNA hasarından sonra hücreyi kaybetsek tamam, öldü bitti. O kötü hücreden kurtulduk ama kontrolden çıkmış bir hücre pimi çekilmiş bir bomba gibi düşünün vücutta her şeyi yapabilir, kanserleşebilir." diye konuştu.
"Ne yiyorsak o değiliz; neyi sindiremiyorsak, neye maruz kalıyorsak oyuz"
Maruz kaldığımız kimyasalların, DNA'larımızdaki kodlar ve yaşam şeklimizle ilintili bir şekilde etki yarattığını dile getiren Harzadın, sözlerini şöyle tamamladı:
"Genetik alt zeminde ne varsa bu glifosat da bunun çıkmasına vesile olabilir. Genlerimizde evet, aileden gelen yatkınlık kodları var hatta annemizden ve babamızdan aldığımız o iki hücrenin yaşam döngüsünden bile aldığımız kodlar var. Bu kodların ortaya çıkması bizim yaşam şeklimize bağlı. Bu iyi bir kod ise, mesela piyano çalmak gibi, bu kod ortaya çıksın, işte ne yapıyor; piyanist anne babanın çocukları bir şekilde müzikle haşır neşir oluyor ama bu bir hastalık geni ise bunun ortaya çıkmasını istemiyoruz. Dolayısıyla bir hastalığa yatkınlık durumunun genlerimizde var olması ille de o hastalığın ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor. Bunu tetikleyen bizim yaşam şeklimiz. Bu maruz kaldığımız kimyasallar işte bu ot ilaçları dahil, beslenme şeklimiz, uyku uyuyup uyumadığımız, yeterince egzersiz yapıp yapmadığınız, hepsi etkiliyor. Genler silahı dolduruyor ama yaşam şekli ve maruz kaldıklarımız asıl şeyin ortaya çıkmasına neden oluyor."